Müzik kitapları tarihçemizde bir köşe taşı

Bazı kitapların bir özelliği vardır. Herhangi bir yerinden bir cümle seçin; bu cümledeki titizlik, görgü, yetkinlik derhal gözünüze çarpar. Küçük bir hücrenin bütünü yansıtması diyebileceğimiz 'ontolojik ilke'den kaynaklanır bu. İki değerli besteci ve akademisyen Özkan Manav ve Mehmet Nemutlu'nun Müzikte Alımlama'sı da işte böyle bir kitap. Üzerinde çalıştıkları içeriği türlü süzgeçlerden geçirmiş, işini çok iyi bilen ve konusuna son derece hakim iki yazarın kalemlerinden damlayarak geliyor bize. 

 
Müzikte Alımlama'da ayrı ayrı kaleme alınan yazılar bir plana oturuyor. Manav'ın müziğin var oluş biçimleri ve alımlamasına dair çizdiği genel çerçeve ve onu takip eden yorum konulu yazısından sonra, Nemutlu'nun müzik ve dilsel dizgeler arasında koşutlukları araştıran incelemesi geliyor. 'Müziğin Dilsel Kurgusu' Adorno'nun müzik ve dil benzetimlerinden yola çıkıp, Eco'nun açık yapıtından geçerek, Bernstein'in meşhur Norton seminerinde Chomsky'nin dilbilimini müziği anlamak için bir yönteme dönüştürmesini sorguluyor. Yine Nemutlu'nun 'Biçim ve Yapı'sı ise tanımlanabilir bir müzik biçiminin var olup olamayacağına kadar uzanan derinlikte soruları irdeliyor ki, bu çok anlamlı.  
 
Kitabın orta ve daha uzunca bölümü on iki önemli yapıtın incelemesine ayrılmış. Manav'ın Bach 'Sarabande', Beethoven '6. Senfoni – 1. bölüm', Brahms '1. Piyano Konçertosu – 1. bölüm', Nemutlu'nun Debussy 'Prelüd', Usmanbaş 'Raslamsal I-II-III' gibi incelemelerini, usta yorumcuların seslendirdiği CD eşliğinde, yazarların yönergeleri doğrultusunda okurken zihninizde farklı spotlar yanıyor. Örneğin, Manav'ın 'Pastoral Senfoni'yi deyim yerindeyse didikleyişi sırasında, Sonat Allegrosu'nun kuruluşunu kendinden emin sularda, sakinlikle, müzisyen olan ve olmayan okurların ortalamasını alan temkinli bir otorite ve hoca tavrı ile anlatışını seviyorsunuz. Okuru bilgiye boğmadan, beklenmedik noktalarda derinden gelen küçük ama anlamlı aydınlatmalarla açıyor ve kıvılcımlar yaratıyor. Anlatısında müzikbilimine uzak okura da seslenme ihtiyacıyla ölçüler belirlemeye çalışmış. Yine de belirli bir müzik bilgisi gerektiren incelemeler çıkmış ortaya. Nemutlu'da ise daha bildik bir ton olan tutkulu akademiklik göze çarpıyor. Zaman zaman yere çalan, daha hırçın olabilen bir anlatıcılık; Heyecanını hissetmek güzel geliyor. Alımlamaya dair düşünceler duyumumuza ne katıyor bilinmez; ama müziği zihinsel katmanda evirip çevirmenin yeni bakışlara yol açtığı kesin. 
 
Yazarlar da kimi zaman düpedüz felsefe söylemi tutturarak, bazen müziğin analizini yaparak, bu analiz sırasında bazen kendi hislerini, bazen de herkeste oluşabilecek ortak hisleri yazıya dökerek, alımlama sorunsalını dört bir taraftan açıyorlar. Yazarlar yabancı kökenli terimlerin yadırgatıcı olmayan karşılıklarını tutarlı bir dilsel coğrafyanın içine yedirerek kullanıyorlar. 'Kadans' için 'kalış', 'grupetto' için 'dalgacık', 'dominant' için 'eksen', 'appogiatura' için 'basamak ses'; hiç de yabancı tınlamıyor. Böylelikle, on yıllar süren Türkçe'de kavram dili yaratma projesinin başarılı bir örneğini görüyoruz. Belirli bir anlamı verecek duru Türkçeyi buluvermeleri de bir başka takdire şayan özellik. Kitabın sonudaki sözlük ise enfes. 
 
Bir soru: Yazarlar bir pasaja aydınlık bir duygu atfederken, dinleyicinin farklı öznel alımlamalarının geçerliğine temelde ne kadar açıklar? Belki de açıklar, ama alımlamanın öznelliğine/nesnelliğine dair tartışma boyutunun çok vurgulu olmamasından dem vurabilirim eleştirmen olarak. İlintili bir müzikolojik nokta da, bir pasajın bizde neşe ya da hüzün uyandırmasının başka bir bilimsel gerçeğe (nörolojik) bağlı olup olmadığı sorusunun irdelenmemiş olması. Belki de tercihen dışarıda bırakılmış. 
 
Klasik Batı müziğini o kadar çok seviyor, öylesine yere göğe koyamıyoruz ki, onun belirli bir coğrafya, toprak, millet ürünü olmadığını, 'evrensel' olduğunu söylemek istiyoruz. Sevgimizde haklıyız; çünkü çok zengin bir müzik bu. Ama bu yine de onun tarihsellik ürünü olmadığını, yerel olmadığını göstermiyor. Neticede özü itibarıyla 'Eski Avrupa Müziği'nden söz ediyoruz. Yazarların 'evrensel müzik' kelimesini tercih etmemelerini bir reform niyeti olarak gördüm ama onu 'uluslararası sanat müziği' diye tanımlamak da, bir yeni savunma içeriyor olabilir mi, diye sordum. Klasik Batı Müziği, diğer müzikler gibi bir yerelliğin, bir coğrafyanın ve bir spesifik tarihin müziğidir. Sanatlar, kültürler partiküler ve yereldir. 'Uluslararası sanat müziği' teriminde de kurtarılmaya çalışılan bir evrenselciliği yanlış yere sezdiysem peşinen özür dilerim.  
 
Olağanüstü dikkat ve özenle, çok akıcı bir Türkçe ile yazılmış, nefis analizler ve billur felsefeler içeren bu kitap, Türkiye müzik kitapları tarihçesi içerisinde çok önemli bir köşe taşı. Titizlik, tutarlılık ve derinlik yazarlardan, görüp değerlendirmesi de biz okurlardan. 
 
Ufuk Çakmak, Andante, 16 Aralık 2012
Kapat