Natürmort ya da öldürülen doğa

Klasik roman formuna alışık okur için konusuz, kahramansız, sürekliliği olmayan metinleri okumak zordur. Genel anlamda kurgudan anladığımız şey, parçalanmamış süreklilik içinde olayların akmasıdır.; kurgunun en belirleyici özelliklerinden biri gelişimdir ve bunu olay örgüsüyle sağlar, böyle olmadığında tutunacak bir konu arar zihnimiz. Konu yoksa betimlemeye, betimleme yoksa karaktere odaklanır. Josef Winkler’in Natürmort, Roma Üzerine Bir Novella adlı eseri bu anlamda zor bir metindi. Ne bir kahraman ne de bir konu vardı ve tam da bu yüzden kitabı anlatmak kolay olmayacak.

Natürmort, kopuk imgelerden oluşan parçalanmış anlatısında imgeleri birbirine bağlayarak sürekliliği sağlıyor. Yaşlı bir adam, topallayan bir kadına bir demet katırtırnağı verir; kadın metro girişinin merdivenlerinde bir dilenciyle karşılaşır, dilenci Somalili göçmen işçi kadınların yanında duruyordur, Somalili kadınlar ise, anlatıda ismini bildiğimiz tek karakter, on altı yaşındaki Piccoletto’nun yanında durular... Ve bu şekilde tüm roman bir imgeden diğerine geçerek bütünlük sağlar. Bize anlatılan sadece görüntülerdir. Bu kişiler hakkında başka bir bilgimiz olmaz, çoğu isimsiz ve tek bir özelliği ile belirir metinde. Örneğin belden aşağısı olmayan bir dilenci, kör bir çingene, yaşlı bir incir satıcısı gibi, tek özelliğini bildiğimiz, sadece dışardan gözlemlediğimiz karakterlerdir.

Josef Winkler, Hindistan ve İtalya’da uzun süreler yaşamış biri olarak, eserlerinde bu yerlerden sıklıkla söz eder. Bu romanı da Roma’da Vatikan yakınlarındaki Vittorio Emanuele meydanında geçer. Meydan, turistlere ucuz eşyalar satmaya çalışan çingeneler, dilenciler ve satıcılarla doludur, meydanın etrafında da kasap ve balıkçı dükkânları yer alır. İlk başlarda gerçek bir mekân gibi anlatılsa da, ilerleyen sayfalarda buranın yazarın hayal ürünü bir meydana dönüştüğünü anlarız. Olaylar ve kişiler abartılı cinsellikleri, mekân da aşırı kirli, kanlı, hayvan cesetlerinden oluşan görüntüsüyle gerçeküstüne uzanır. Bunca çürümüşlüğün, Hıristiyan Batı dünyasının dini ve ahlaki merkezi Vatikan’da olması, kuşkusuz, rastlantı değildir. Kasap dükkânlarında satılan etlerin yanı sıra çocuk fahişeler de etlerini aynı hünerle satarlar. Baskıcı Katolik bir ailede büyüyen Josef Winkler fazla dinsel imge kullanmaz ama boyunlarda asılı çarmıha gerili İsa kolyeleri, tespihler, papanın posterleri ve arada bir görünen rahibelerle bulunan yerin özelliklerini unutturmaz.

Tabak Üzerinde Kesilmiş Hayvanlar

Roman tam da adı gibi natürmort sahnelerinden oluşuyor. Dondurulmuş bir roman diliminde gösterilen doğal malzemelerin betimlendiği natürmort resimler Rönesans’tan önce bile yapılmışlardır. Genelde meyve ve çiçeklerden oluşan natürmort resimlerin 19. yüzyıl örneklerinde av hayvanları ve balık çeşitleri de kullanılmaya başlanır. Winkler’in aklındaki natürmort resimler daha çok bunlara benzer. ‘Ölü doğa’ anlamıyla natürmort, belki daha çok öldürülen doğayı anlatır çünkü kitabın büyük bir kısmı kasap ve çıraklarının hayvanları öldürüş, deri yüzme, iç organları temizleme eylemlerini anlatır. Çevreye püsküren kanların kokusu işçilerin ter kokularıyla karışır, Winkler’in anlatısı sadece görsel olmakla kalmaz, tüm duyulara hitap eder. Natürmort ile roman arasında sadece anlamsal değil, yapısal bağ da var. Sadece anlık sahnelerin dondurulması nasıl bir resmide betimlenirse, aynı o şekilde betimliyor yazar. Ne bir yorum ne bir içselleştirme duyulmuyor hiç, sadece birbirinden tamamen kopuk görüntülerden oluşuyor tüm roman.

Winkler’in bu kitabı Günter Grass’ın Teneke Trampet’i ile Patrick Süskind’in Koku’sunu akla getiriyor. Benzer görsellikle, tüm duyuları uyaran, doğayı en tiksindirici öğeleriyle dile getiren anlatı Alman dili edebiyatına özgü bir karakteristik sayılabilir belki. Natürmort 2001 yılında Almanca yayımlanmış ve benzettiğim bu romanlardan form açısından farklı fakat Winkler gibi Avusturyalı olan bir başka yazar Elfriede Jelinek’in kalemiyle de benzerlik kurulabilir. Bütün bu adı geçen yazarların eserleri gibi Winkler de uyarmak, harekete geçirmek için yazan biri; onun anlatısında diğerlerinde bulduğumuz kurgu örgüsü olmadığı için belki onlar kadar zevkle okunmuyor ama en az onlar kadar uyarıcı olmayı başarıyor.

Böyle bir romanın konusunun anlatılamaz olduğunu anlamışsınızdır. Konunun merkezi yok ama yine de en belirleyen olay Piccoletto’nun ölümü: kitabın başından beri Piccoletto’dan söz eden satırlar diğerlerinden fazla değil. Buna rağmen sadece ondan ismiyle söz edildiği için ve ayrıca başka görüntüler arasında ona sık yer verildiği için bir şekilde olayların onun etrafında toplanmış izlenimi ediniyoruz. Aslında onun varlığı ve ölümü meydanın sıradanlığı içinde yer alıyor ve bu ölüm anlatı içindeki olaylardan rastgele biri. Bu noktada da ölü seviciliğine uzanan boyutunda yine natürmort anlamını görebiliriz. Ölmüş balıkların ve av hayvanlarının cesetlerinin tablosunu duvarlara asan yeni bir yorum belki de. 

Ağır Cinsellik

Kitabın bir yönü de nekrofil ile birlikte ağır cinsellik olarak görülebilir. Cinsellik bir eylem olarak yer almamasına rağmen, neredeyse tüm kopuk sahneleri cinsel içeriğiyle görmemizi istiyor ve karakterlerin cinselliğine ağırlık veriyor. Piccoletto’nun ölümü bir başka açıdan bakıldığında İsa’nın çarmıha gerilmesini çağrıştıran simgelerle dolu. Genç çocuğun başındaki yara izleri ile İsa’nın başındaki dikenli tacın bıraktığı kan izleri çok benzerlik taşıyor. Piccoletto’yu anlatı boyunca masumiyetle bağdaştıramıyoruz ama ölümü yine de bu benzetmeler dolayısıyla bizde masum olanın kefareti olarak iz bırakıyor.

Roman boyunca Guiseppe Ungaretti’nin şiirlerinin kullanılmış olması metne ayrı bir hava veriyor. Ungaretti’nin dokuz yaşındaki oğlunun ölümünden sonra yazdığı şiirlerin ağırlıklı olarak kullanılmış olması, yazarın Piccoletto’nun ölümü etrafında metni oluşturduğu düşüncesini güçlendiriyor. Natürmort, kopukluklarıyla okuması ve anlaması zor bir kitap. Kitap ayrıca 1951 yılından beri verilen, Alman dilinin en saygın edebiyat ödüllerinde biri sayılan Georg Büchner ödülünün de sahibi.

Natürmort kitabını incelemek için tıklayın.

 

Kapat