Şevket Akıncı - Öteki Caz

Yıllardır dinliyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz… Güzel güzel ahkâmlarımızı da kesiyoruz: Yok efendim ”Şu albüm böyle güzeldir”, Bu albüm böyle dinlenmelidir”, “Bu konser şöyle iyiydi”, “Bu albüm aslında hiç olmamalıydı” (tamam, bunu bu şekilde söylemedim belki ama söylemek istediğim çok fazla albüm çıktı yakın zamanlarda, yalan yok!) Ama gene de ortaya konulan eserler var…Harcanan zamanlar, akıtılan alın terleri, sonrasında boşluğa bırakılan ve  dinleyicilerin, takipçilerin havada kapması olası yerli/yabancı bir dolu müzik… 

Ama bu sefer bahsedeceğim şey hakikaten “olmalıydı”…Bu sefer bahsedeceğim eser hakikaten “yaratılmalıydı” ve bu sefer bahsedeceğim eserle karşılaşmamız hakikaten “gecikmişti”…

Dinlediğim ‘şeyin’ jazz müziği olduğunu yıllar önce bana Volkan Hürsever ve Cengiz Baysal öğretmişti belki, ama bu müziğe uzak olup yakın temasta kalmak isteyen herkes gibi ben de öncelikle Miles Davis klasiği “Kind of Blue” albümünü hatmederek, sonrasında da bu albümde çalan müzisyenlerin çaldığı albümleri çıkış tarihinden itibaren tek tek dinlemeye koyularak, kısacası “ağacın kökünden dallarına ve en uç noktasına doğru süren ruhani yolculuğumu” başlatmıştım…Miles Davis’in The Beatles grubunun ‘Rubber Soul’ albümünden itibaren takındığı tavır gibi aşağı yukarı 2-3 albümde bir müziği tamamen değiştirerek o döneme adapte ettiği ya da inovatif davranıp, daha ileriyi görüp şekillendirdiği sanatını bir sonraki nesillere aktarabilme gücünü kendinde bu kadar “özgür” biçimde bulabilmesi beni çok şaşırtmıştı. 

4/4’lük, 3/4lük ya da 5/4-9/8’lik gibi farklı zamanlı jazz ritimlerinin olduğu örnekleri dinleyerek kendimi belirli bir noktaya kadar çıkarmış ancak bazı şeylerin eksik olduğunu hissetmeye başlamıştım. Miles Davis dahil olmak üzere Kind of Blue albümünde çalan tüm diğer müzisyenler de (en büyük örneği olarak John Coltrane ve özellikle Miles’ın ‘İkinci Büyük Beşli’si) kariyerlerinin ileriki safhalarında klasik jazz’ın “ötesine” geçerek kendilerini daha yakın buldukları, kendilerini daha ‘özgürce’ ifade edebilecekleri bir sanat tarzına doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başlamışlardı (Bill Evans’ı bu örneklerin dışında tutmamız belki de daha doğru olacaktır).

Sonuçta 1959’da yapılan bir albüm, bir müzik 1960’da farklı, 1962’de daha farklı, 1964’de çok daha farklı bir şekilde dinleyicilerle buluştu… Hiçbir zaman yerinde saymayan, her adımda kendisini yenileyen, geliştiren, ilerleyici ve geleceğe yönelik bakış açıları ile dolu bir akım…

vet, swing güzel… Bir davulcu göndermesi yaparsak: “Ride” zilinin gücü hiçbir zaman kaybolmayacak ve ”Klasik Akım” dediğimiz jazz da hiçbir zaman etkisini yitirmeyecek, onun da garantisini verebilirim. Ama madalyonun diğer yüzünü, jazz’ın “öteki” tarafını da bilmek, o taraflarda işlerin “nasıl döndüğünü” öğrenip yıllarca taktığımız dar gözlükleri kenara atıp müzik skalasını ve estetiğini geliştirmek, müzikal zenginliği artırmak belirli bir zaman sonra daha da önem kazanıyor. 

Bir yandan ülkenin en değerli müziklerinin en güzel örneklerini kayıt altına alıp ölümsüzleştirirken bir yandan da zamanını (takribi 12 sene) bu esere adayan Şevket Akıncı da aslında aynı penecereden bakıyor hayata. Pan Yayınları’ndan geçtiğimiz aylarda yayınlanan “Öteki Caz”da herkesin “Evet bu caz!” dediğinde aklına geldiği albümleri detaylı olarak anlattığı bölümler, 500 sayfalık derya-deniz bir dünyanın belki de maksimum 90 sayfasını oluşturuyor. Asıl ‘dönen dolaplar’ ileriki sayfalarda!

Şevket Akıncı, “Öteki Caz”da okuyucuya jazz’ın sadece öteki tarafını değil aslında “bakılması gereken her köşesini” gösteriyor ve bunu önerdiği albüm listeleri ile bizler için kolaylaştırıyor.

Louis Armstrong: tamam, Miles Davis: tamam, Bill Evans: tamam, ama artık Albert Ayler’in, Cecil Taylor’un kim olduğunu, saatlerce sürebilecek “Terje Rypdal, Ralph Towner’mı? yoksa John Abercrombie, Pat Metheny mi?” sorunsalının gidebileceği yönü, Debussy’nin özgür doğaçlama ile aslında gayet sırt sırta verebileceğini, ve bu söz konusu sub-genre’ın gerçekten “özgürce hissedip saatlerce keyfî şekilde nota basılabileceği” mi yoksa “gene de kendi içerisinde görünmeyen bazı kalıplara oturtulması mı gerektiğini” oturup düşünmemiz, tartışmamız, araştırmamız, bunun için de dinlememiz, öğrenmemiz gerek. Zira çok fazla müzik var, ancak çok az zamanımız var.

Unutulmaması ve akıllarda mıh gibi tutulması gereken bir gerçek daha var tabii: Elimizde bir Türk yazarın ellerinden çıkan çok değerli bir nimet var. Senelerin verdiği tecrübe, ilk ağızdan bir Türk yazarın kaleminden dökülüyor, bir Türk yazarın gözlemlerinden aktarılıyor. Her an bir kaç tık ötemizde de önerdiği albümleri dinleyebileceğimiz türden platformlar mevcut. Kişisel tavsiyem: Öneri listelerindeki her albümdeki her şarkıya hak ettiği değeri vermek. 3,5 dakikalık bir parça da olsa, 15 dakikalık kesinlikle yadsınamayacak bir epik de olsa parçayı durdurmadan, sadece 15 saniyelik bir yaşam süresi biçip bir sonraki parçaya geçmeden, sindire sindire, en son saniyesine kadar o esere şans vermek…Yeter ki dinlemek isteyelim, yeter ki keşfetmek isteyelim. Hayatı geniş bir bakış açısı ile yaşamak keşfetmekle mevcut olabilir.

Öteki Caz”, fazla uzağa gitmeden, Joachim-Ernst Berendt gibi karışık ve dar yollardan da geçirmeden, akıcı ve anlaşılır bir dilde bu “lisanın” ne olduğuna ve nasıl konuşulduğuna dair ipuçları ile dolu bizlere bahşedilen bir ‘başucu şarkısı’

Emre Adam, jazzdergisi.com, 22 Ağustos 2021

Öteki Caz kitabını incelemek için tıklayın.

Kapat